14 Ekim 2013 Pazartesi

robert lepage ile bir söyleşi

-->

Eğer tiyatro iç-içe olursa
 
Frontal sahnelemek varken neden yuvarlak sahne?
            Çoktandır yuvarlak sahnede çalışmak istiyordum. Tiyatro 20. yüzyılda kuvvetli bir şekilde sinemaya göre yönlendi ve hikayelerini oldukça yatay bir şekilde anlatmaya başladı. Hatta, önceleri çok daha düşey olan sahne portalleri bile değiştirildi. Özellikle Amerika’da tiyatro mekanı öncelikli olarak film göstermek üzerine şekillendirildi, tiyatroya hizmet etmesi ancak ikinci derecede kaldı. Tiyatro biraz bu formun içine hapsoldu. İtalyan loja tiyatrosunun kendine has bir gücü var ama bence orada biraraya gelme fikri kayboluyor. Sinemaya insan tek başına gider. Salon dolu da olsa, perdedeki kişilerle aranızda mahrem bir ilişki oluşur: seyircinin bir topluluk olarak bir arada olması hikayenin gidişatını hiç bir şekilde etkilemez. Tiyatroda ise bu biraradalık her şeyi değiştirebilecek güçtedir. Seyircinin mevcudiyeti, tepkileri, anın enerjisi bir tiyatro oyununu ortaklaşa paylaşılan bir karşılaşma hikayesine dönüştürür. Maalesef bu duyguyu biraz kaybettik. Yuvarlak sahnede çalışırsam, insanlara mevcudiyetlerini tekrar hatırlatma, farkına vardırma ihtimali olur mu diye sordum kendime. Daha önce sirkte de çalıştım ve orada hikayelerin daha fazla dikeyde anlatıldığını fark ettim. Ve aslında tiyatronun da esas özü bu dikeylik: merkezde insanların hikayesi, en yukarda tutkuları, hasretleri, en aşağıda ise korkuları, şeytanları.

Yuvarlak sahne size kart oyunları etrafında gelişen bir dörtlemeyi mi esinlendirdi?
            Tek bir merkezden çıkan dairelerle bir sahneleme geliştirmek istiyordum. İnsanları en sıkışık dairede toplayıp, sonra, ta ki bir forum, bir arena oluşana kadar daireleri genişletmek ne ifade edebilir? Bunun beni dizisel, döngüsel temalar geliştirmeye iteceğini biliyordum, ki bunlar da başı ve sonu olmayan kronolojilere dayanacaktı. Zihminde oluşan ilk resim kart oynanan yuvarlak bir masa ve bu masanın dört, sekiz veya oniki kişilik olmasına göre değişen boyutları idi. Kart oyunu bir masanın etrafında toplanmaya ve; şans, zamanı kullanma ama aynı zamanda şanssızlık gibi durumları denemeye davet eder insanı. Projeyi dört bölüme ayırdık. SPADES/Maça ilk sahnelemeydi, ardından HEARTS/Kupa, DIAMONDS/Karo ve CLUBS/Sinek geliyor. Her tema kendi belli alt temalarını içeriyor: Maça askeri dünya ile ilişkili – çünkü eskiden “Spades” denmiyor, “Kılıç” deniyormuş. “Hearts”a da eskiden “Kupa” deniyormuş – kupa batıl inancın, inanç sistemlerinin ama aynı zamanda sihir ve ilüzyonun dünyası [çn: Lepage burada kartların İngilizce tabirleri üzerinden açıklamalar yapıyor]. Karo parayı temsil ediyor, daha da temel olarak ticari dünyayı, değerli taş ticaretini. Ve Sinek eskiden uzun sopa, çubuk veya tokmak anlamında kullanılıyormuş; dolayısıyla çiftçi hareketlerini ve işçilerin ayaklanmasıyla bağlantılı… Böylece her bir sahneleme başka bir dünyaya bakıyor.

Sıkça dünyanın tasvirini yaratmaktan bahsediyorsunuz, tiyatro sizin için ne ifade ediyor?
            Shakespeare Globe Tiyatrosu’nu böyle adlandırdı çünkü evrenin, en azından dünyanın tasvirini yaratmaya çalışıyordu. Böyle adlandırmasının başka bir nedeni de tabii ki tiyatrosunun yuvarlak, neredeyse yuvarlak, olması ve dolayısıyla seyirci ile oyuncu arasında oldukça yakın bir mesafenin sağlanıyor olmasıydı. Seyirciler en yukarda en üst sırada oturduğunda bile oyunculara çok yakındı. Aynı “Playing Cards”da olduğu gibi sadece 360 derecelik bir tiyatro değildi, aynı zamanda tahayyülleri üç boyutlu gibi göstermeye de çalışmaktı Globe’da Shakespeare’ın amacı. Tiyatronun genel olarak böyle olması gerektiğini söylemiyorum. Ama kişisel olarak dünyalar yaratmayı seviyorum; seyircileri bu dünyaların tanıkları olmaya davet etmeyi seviyorum. Yuvarlak sahnede oynamak biraz, hayvanların nasıl davrandıklarının farklı bakış açılarından gözlemlendiği vivarium’da gibi hissetmeyi beraberinde getiriyor.

Frontal çalıştığınızda bir dünya yaratma ihtiyacı daha mı az?
            Frontal çalıştığınızda her zaman çerçevelerle sınırlısınızdır. Neyi içerir? Neyi dışarda bırakır? Çerçevenin neresindesinizdir? Yuvarlak sahnede ise çalışmak başka bir duygu getirir. Performatif tarafı daha önemlidir. Frontalde insan çok fazla iki boyutludur; her an kendi dış görünüşünün farkındadır… Kendimizi duyurabilmek için hep salona doğru konuşuruz. Yuvarlak sahnede ise düzen bambaşkadır. Yankı sağlayan bir beden olmaya ve salona nüfuz etmeye gayret edersiniz.

Peki “vivarium”, oyuncuları güvensizleştiriyor mu?
            “İyi taraflarını” göstermeye alışkın oldukları için başta bu yeni durum onları güvensizleştirdi. Sanki partneriyle konuşuyormuş gibi yapıp gerçekte salona yönelmek gibi metodlar geliştirmişlerdi. Oyuncunun frontal görülüp duyulduğu inanılmayacak çok sayıda teknik vardır. Ve burada, öğrendikleri her şeyi bir anda unutmak ve her şeyden öte, dışa dönük bir biçimde hareket etmek ve her an kendilerinin beden duruşlarının farkında olmak zorunda kaldılar. Arkası dönük oynamayı, sıklıkla dönmeyi, duruşlarını değiştirmeyi öğrenmek zorundaydılar. Yuvarlak sahnede çalışınca tiyatronun heykelsi tarafı daha öne çıkar oldu. Ancak bunun farkındalığını edinmek zamanla kazanıldı ve aslında bu durum gerçekten, seyirci salondayken işliyor.

Peki bu heykelsiliği provalarda nasıl çalıştınız?
            Provalarda oraya buraya seyirciler yerleştirdik, ama buna rağmen nihayetinde frontal oynandı çünkü bütün oyuncular yönetmen için oynar. Ben de durmadan salonda yer değiştirdim. Oyuncular kimin için oynamak zorunda olduklarını bilemedikleri anda küplere bindiler. Ben de o zaman onlara “salonun bütünü için oynasanız ya!” dedim. Esas test seyirci önünde gerçekleşti. Muhteşemdi: oyuncuların nasıl kendilerini bulduklarını ve dinlediklerini, bir tarafa ya da diğer tarafa doğru döndüklerini ve cömertçe bütün yönlere kendilerini verdiklerini görmek.

“Playing Cards”da seyirci ile farklı bir ilişki kurmayı sağladığınız duygusunu taşıyor musunuz?
            Evet, çünkü seyirciler karşı tarafta da seyircilerin oturduklarını görüyorlar. Bu son derece brechtyen bir durum. İnsan istediği kadar sahne üzerinde gerçekçi ortamlar ve inandırıcı durumlar yaratmaya çalışabilir, ama buna rağmen seyirci her zaman tiyatroda olduğunun farkındadır. Bizimki gibi bir konstrüksiyonda ise devamlı olarak bu durum hatırlatılır. Dolayısıyla başka türlü takip etmek de mümkün. Bazı şeyler artık aynı şekilde analiz edilmiyorlar. Salon bir boğa güreşi arenasına benziyor ve italyan tarzı localı tiyatrodan daha fazla atmosfere sahip. İnsanlar memnuniyetle birbirlerini görüyorlar, memnuniyetle kolektif olarak tepki verebiliyorlar. Bu narsizimin tiyatrodaki yansıması olsa gerek!

Daha önce bi-frontal çalışmış biri olarak, 360 derecelik sahneleme şekli sizin gözünüzde neyi değiştirdi?
            Yuvarlak sahne ile çalışmanın sağladığı tecrübe, frontal ile olan ilişkimi değiştirecek. Bu aynı, birinin uzun süre intim tiyatro, ya da psikolojik tiyatro yapması ve sonra bir anda opera sahnelemek zorunda kalması gibi bir şey. Opera çok daha büyük etkili ve görkemli çünkü tiyatrodan daha tiyatral. Şancılar anlatırlar, gerçek hayattaki gibi konuşmazlar, şarkı söylerler, ağlarlar, farklı şekilde hareket ederler, temalar inanılmayacak kadar ulvidir… Opera için çalışırken inanılmaz çok şey öğreniyorum. Bence enerji, ses, çalışma ve ihtişam olarak tiyatroda da aynı görkemli etkiye ihtiyacımız var. Yuvarlak sahneli tiyatro ile aynen şöyle oluyor: frontale geri döndüğümde, her zaman beni biraz rahatsız eden bir dördüncü duvar hissediyorum… Çoğu insan oyuncuların duygularının otantik olması gerektiği teorisini savunur. Ben bunu farklı görüyorum, bence duygular seyircide ortaya çıkmalı. Oyuncular ağlayacaksa, tamam neden olmasın. Ama bence oyuncular kendi dünyalarında kalmak, kendi işlerini yapmak için dördüncü duvarı sıklıkla kullanıyorlar. Duygular çoğunlukla sahnenin üzerinde kalıyor, nadiren salona taşıyor. Dümeni başka yöne çevirmek ve daha cömert ve görkemli bir şekilde, daha fazla seyirciye yönlenen bir tiyatro yapmak için imkanların zorlanması gerektiğine inanıyorum.


[Cathy Blisson’un Robert Lepage ile yaptığı fransızca söyleşinin 
Yvonne Griesel tarafından almancaya çevrilmiş versiyonu.
“Playing Cards: HEARTS” oyun broşürü
ruhr/triennale 2013.
 türkçesi: danzon]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder