25 Mayıs 2013 Cumartesi

tiyatro mu değil mi; tam da sınırları tartışırken!


geçen yılın avignon festivali'nden bir oyun düştü istanbul'a: "33 tur ve birkaç saniye". avignon etiketi olunca merak ettim, meraklanmakla da yetinmeyip heyecanlanarak gittim. hatta koşarak gittim, çünkü müthiş keyifli bir sohbeti bir türlü bırakmak istemedim; büyük hendek sokak'ta bir lokanta'da yeni metin yeni tiyatro festivali kapsamında şahika tekand, mesut arslan ve engin alkan sınır kavramı üzerine sohbet ediyorlardı.
bir akşam önce, iksv salon'un kapısına üç dakika geç giden arkadaşlarım alınmadığı halde, şansımı zorlayıp, sohbetten 20:28'de ayrıldım, nefes nefese salon'da oldum.
değdi mi; sanırım hayır!
"33 tur ve birkaç saniye"ye "tiyatro" değil de "yerleştirme" denseydi olmaz mıydı; olur du! o zaman bir sorun olur muydu; sanmıyorum.

sahnede bir oda görüyoruz: bir masa; üzerinde kağıtlar, lamba, bilgisayar bize doğru açık, ekranda facebook sayfası, telesekreter, cep telefonu, faks, dijital saat, yerde: sağda bir pikap, solda televizyon. arkada perde: bilgisayar ekranındakiler ve arasıra cep telefonuna gelen mesajlar yansıtılıyor.

bu odanın sahibi az önce intihar etmiş; biz onun intiharı ardından gerçekleşen olayları facebook sayfasına yazılanlardan, ona gelen telesekreter mesajlarından ve cep telefonu mesajlarından öğreniyoruz.
ancak bu üçünün zamanları farklı. cep telefonu mesajları intihar gününde arka arkaya geliyor; arkadaşının intihar ettiğini bilmeyen, uçakla onun yaşadığı şehre gelen birisinden bu mesajlar. telesekreter mesajlarının ise zamanını kestirmek zor; ama onlara da cevap verilmediğine göre intihar ertesi veya hemen arifesi olmalı.
facebook sayfasındaki duvara yazılanlar da ise -malum- tarih var: intihar gününden itibaren tam bir ay boyunca yazılan yazılar.

bu üç farklı mecranın zamanları farklı olmasına rağmen, puzzle misali birbirlerinin içlerine geçirilmiş. insan "neden" diye sormadan edemiyor?
bunlar kronolojik verilse muhtemelen biteviye olacaktı. ilk önce arka arkaya telesekreter mesajlarını, sonra arka arkaya cep telefonu mesajlarını, son olarak da facebook mesajlarını takip edecektik.
içiçe geçirildiğinde ise; arada facebook yazıları, arada telefonun mesaj sesi, ekranın facebook'tan cep telefonu görüntüsüne geçmesi, arada telesekreter sesi ve telesekretere bırakılan mesajlar; dinamik bir etki sağlanıyor; takip etmesi ilginçleşiyor.
sırf biteviyelikten kurtulmak için bu senkronize kurguya gidildiyse, ki başka bir açıklama getiremiyorum, bence fazla biçimsel bir tercih olmuş.
diğer taraftan; zamanı yaymak ve içiçe geçirmenin mutlaka felsefi bir boyutu vardır ve oyunun bir dramaturgu varsa, mutlaka altyapısını kurmuştur; ancak ben o boyuta vakıf olamadım.

içerik olarak ise;
olayın lübnan'da geçmesi, intihar edenin -her anlamda- muhalif ve protest kimliği, intihara gelen her türlü tepki düşünüldüğünde yapıtın bir çok katmanının; toplumsal, politik, kültürel ve dini katmanlarının olduğunu görmek mümkün.
ayrıca; facebook sayfası kullanılarak, bu katmanların her birinin farklı bakış açılarıyla tartışmaya açılması da olanaklı hale getirilmiş.
bu açıdan yapıtın hakkını yememek lazım. ayrıca; yapıtın, sesini tanımadığım bir fransız şarkıcısının plaktan çalınan bir parçasıyla başlayıp, genç yaşta eroin komasından ölen janis japlin'in televizyon görüntüleriyle bitmesi de anlamlı.

rabih mroué ile lina saneh'in yazıp yönettikleri bir saatlik "oyuncusuz tiyatro oyunu" tartışmaya açtığı konularla gerçekten ilgiyi hak ediyor. keşke "tiyatro" olarak adlandırılmasaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder