21 Mart 2011 Pazartesi

yüzyılın aşk(lar)ı


yaşadığımız coğrafyada 20. yüzyılda yaşanmış kırılmalar, travmalar; ihtilaller, idamlar, sürgünler...
türkiye'nin cumhuriyet tarihinden seçilmiş dokuz sancılı an; tam yeri ve tam tarihi belirtilerek; günü, ayı ve yılıyla; kırılmaların öncesine, sonrasına, tam göbeğine denk getirilmiş...

her bir kırılma bir aşk hikayesi üzerinden sahneye taşınmış.

sahnenin ortasında kocaman beyaz bir masa; bütün aksesuarlar masaya gömülmüş farklı boyutlarda çekmecelerden, kapaklardan, sürgülerden çıkıyor.
masa, yaşadığımız coğrafya sanki; üzerinde gezindiğimiz, altında ebedi uykumuza yattığımız toprak.

iki de sandalye var sahnede. iki de oyuncu; kadın ve erkek.

iki yandaki kara tahta benzeri duvarlara tebeşirle oyundan replikler yazılmış; ilkokulda el yazısını öğretmek için öğretmenlerimizin yazdıkları okunaklı, kıvrımlı, güzel el yazısıyla.
arkadaysa; üzerine hareketli-hareketsiz görüntülerin yansıtıldığı bir beyazperde. sona doğru, o beyazperde siyahlaşıyor; daha bir iç kanırtıcı hale dönüştükçe kırılmalar...

türkiye'nin geçmiş yüzyılına bakmanın yollarından biri: kırıklıkları, kırılmaları, bunalımları, öfkeyi, çaresizliği, iletişimsizliği, kabullenmişliği, başkaldırıyı aşk üzerinden okumak: imkansız aşk, karşılıksız aşk, pazarlıklı aşk, sahte aşk, ebedi aşk, anlık aşk...

"yüzyılın aşkı", ve diğer şeyler topluluğu'nun yeni oyunu; topluluğun beyni yeşim özsoy gülan yazmış, yönetmiş. kadın ile erkeği sanem öge ile deniz celiloğlu canlandırıyorlar.

oyunun fikri kağıt üzerinde (teoride), sahne üzerinde (uygulamada) olduğundan daha kusursuz duruyor. yönetmenin yazarken de, yönetirken de ne yapmak istediğini anlayabiliyor ve takdir edebiliyorsunuz; ancak bir sahne olayı olarak karşınızda seyrettiğiniz şey yeterince düşündürücü, kapılar açıcı, dinamik, sürükleyici ve sizi alıp hikaye edilen zamanlara götürecek kadar etkileyici değil.

deniz geçmiş'li 4. sahne, binyıl dönümü arifesinde bir alışveriş merkezindeki 5. sahne [ki bu tarihin takvimin değişmesi dışında herhangi bir kırılmaya denk geldiğini söylemek imkansız] ve son üç sahne; 80 ihtilali sonrası ankara, varlık vergisi ve ikinci dünya savaşı gölgesindeki -muhtemelen- istanbul ve "şimdi" gittikçe artan gerilim ve dramalarıyla oyunu etkileyici bir sona vardırıyorlar.
ancak; oyunu başlatan, temposunu veren ve seyirci olarak oyunun içine girmenizi sağlaması gereken ilk üç bölüm arka arkaya oldukça zayıflar.
bunlar içinde de 1990 tarihli 2. sahnenin varoluş nedenini oturtamadım. bir de; tabii neticede yazarın kişisel seçimi ancak, cumhuriyet tarihimizde sivas katliamı gibi ciddi bir travma dururken saltanatın ülkeyi terk etmesine bir bölüm ayrılmasını da anlamlandırabilmiş değilim; bu da benim kişisel tercihim.

oyunculuklara gelirsem [ki böyle bir oyunu "uçuracak" esas öge bence oyunculuktur]; çok başarılı olduklarını söyleyemeyeceğim.
haliyle bir oyun [hele de böylesine her farklı kahramanının farklı bir travma içinde kaybolduğu bir oyun] süresi boyunca dokuz ayrı karaktere bürünmek, can vermek kolay değil; oyunculuk anlamında tam bir meydan okuma aslında!
ve ilginç bir tesadüf; bu sezon istanbul sahnelerinde oyuncuların birden fazla kahramanı canlandırdıkları yapımlara sıklıkla rastlıyoruz: "kıyıya oturmanın böylesi", "annem yokken çok güleriz", "karabahtlı kardeşlerin bitmeyen şen gösterisi" ilk aklıma gelenler.
"yüzyılın aşkı"nın iki oyuncusu da bu halkaya ekleniyorlar; ancak saydığım diğer yapımlardaki performanslar kadar başarılı olarak değil maalesef.
ikisinin içinde sanem öge bir adım önde; daha inandırıcı. deniz celiloğlu ise karakter değişimlerinde yeterince belirgin değil; sanki yüzyıl boyunca dokuz farklı aşkı yaşayan tek bir erkek! belki de öyle olsun istemiştir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder