27 Şubat 2011 Pazar

!f 10, izlenim 6: ah şu almanlar!


“dört aslan”ın (four lions) geveze yönetmeni chris morris alman bir seyirciden bahsetti, müslümanların espri anlayışı olmadığını savundu diye.
“dört defa”nın (le quattro volte) yapımcısı da alman dağıtımcıyla yaptığı görüşmeden bahsetti; almanlar filmin içinde dört bölüm aramışlar, bulamamışlar ve kafaları karışmış diye.

almanlarla sorunu olan birisi değilimdir; hatta özel yabancı lisede birinci dil olarak öğrendiğim lisanlarından nefret etmeme rağmen onlardan hoşlanmamazlık etmem. genellemeler hata da barındırsa; evet, belki biraz fazla “düz”dürler ama onlara güvenebilirsiniz; fransızlar gibi kaypak, ingilizler gibi snob, italyanlar gibi dolandırıcı değillerdir; hayalgüçleri fazla geniş değildir ama “doğru ve mantıklı” düşünürler, belki biraz fazla ama olsun!

yine de; müslümanların espri anlayışı olmadığını söyleyen alman’a katılmıyorum. ama bu demek değil ki chris morris’in, bütün kahramanları salak [!] bir hikayeden çıkardığı komedi filmini beğendim; maalesef ben “dört aslan”dan nefret eden azınlıktanım; yo, hayır, “müslüman” intihar bombacılarıyla dalga geçtiği için değil; almanya’da bir yahudi (dani levy) tarafından hitler parodisi bile çekildikten sonra, her konuda komedi filmi yapılabilir; yeter ki komedi unsuru sadece kahramanların salaklığı üzerine kurulmasın.

derdim; filmin tek zeki kişisinin bizzat yönetmenin/senaristin kendisi olması; geri kalan herkes “moron” düzeyinde: tipik ingiliz burnu büyüklüğü. film öncesinde yönetmenin salonda filmi sunuşunda (soru falan sorulmamışken) ve sonrasındaki soru-cevaplarda lafı gevezelik derecesinde uzatması da, sadece kendine -ve yaptığına- hayran bir yönetmenin varlığını -en azından bana- ispatlıyor.

“dört aslan” intihar bombacıları hakkında herhangi bir karakter veya durum tahlili içermiyor. evet, yönetmen üç yıl boyunca araştırma yapmış, mahkemelere girmiş falan, ama belli ki sadece konu hakkında komik unsurları "toplamak" için. yoksa film herhangi bir sosyal, toplumsal, psikolojik veya dini altyapı barındırmıyor.
örneğin; intihar bombacılığını karısı ve 8-10 yaşındaki oğluyla kahvaltı masasında konuşacak kadar kararlı ve inanmış bir karakter olan ömer ne/nasıl olur da -filmin son 10 dakikasında- birdenbire fikir değiştirerek arkadaşını intihar etmekten vazgeçirmek için iknaya çalışır; hiçbir ipucu yok!!! sırf komik olsun, ya da sırf gerilim yükselsin diye eklenmiş bir durum.


filminizi sadece “komik” olsun diye çektiyseniz, ama bir yandan da potansiyel batılı [“ingiliz”] seyirciyi donduracak bomba sahneleriyle ikiyüzlü bir şekilde “bakın bu aptallar neler yapıyorlar, sivilleri de yanlarında götürüyorlar” diyorsanız, ben almıyim; yeterince beğeneni var zaten!
evet, birkaç sahnede katılırcasına güldüğümü saklamayacağım ama doğrusu; sadece salaklık üzerinden komik durumlar çıkararak komedi yapmak bana yeterince zeki gelmiyor!



!f’te sondan bir önceki filmim; “keşif”in yarışmacılarından italyan-alman-isviçre ortak yapımı “dört defa” kolay kolay denk gelinemeyecek bir filmdi.

tam emin değilim ama sanırım çekimleri bir yıl sürmüş olmalı; masa başında kurgusu ise 10 ay almış.
robert de niro yerine bir çoban köpeğinin, keçilerin ve bir köknar ağacının başrolde olduğu, insanların ve salyangozların yardımcı rollerde gözüktüğü istisnai bir film “dört defa”.
sadece görüntüler ve mevsimler eşliğinde, pisagor’dan esinle, insanın mineralden bitkiye hayvandan akıllı varlığa dört çehresine tanık ediyor seyircisini. bir nevi meditasyon gibi; konsantre olabildiyseniz hiç bitmesini istemeyebilirsiniz, içine giremediysenizse sıkılır çıkarsınız.
michelangelo frammartino altından çok zor kalkılabilecek bir işi başarıyor; sizi doğanın döngüsüne, varlıkların dönüşümüne ortak ediyor. bir yerlerde rastlarsınız kaçırmayın…

[bu yazıyı dün akşam yazmıştım, biraz önce öğrendim: "dört defa" !f'in yarışmalı keşif bölümünün en iyi filmi seçilmiş. jüri çok isabetli bir karar vermiş. yönetmenine tebrikler.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder