17 Aralık 2010 Cuma

ölüleri gömmeyelim...


"ölüleri gömün"ü geçen hafta izledim. oyunu şakir gürzumar istanbul devlet tiyatrosu’nda sahneye koymuş. yazarı irwin shaw. anafikri anti militarizm.
her ne kadar şakir gürzumar'ın işlerini çok beğensem de, önceleri pek içimden gelmemişti bu oyunu seyretmek. hakkında 1-2 iyi eleştiri okuyunca merakım kabardı gittim.

gürzumar'ın “ölüleri gömün”ünde; oyunculuklar, müzik, ışık ve sahne tasarımlarının hepsine müthiş abartılı ve gösterişli bir tarz hakim. bu bakımdan rejinin, oyunun anafikri ile örtüştüğünden emin değilim.
militarist, şovenist, hatta faşist rejimlerin propaganda mitinglerini -ve pop-rock şarkıcılarının stadyum konserlerini- andırırcasına; konuşmalar bağırarak, müzik had safhada yüksek volümlü ve gerilimli, sahne tasarımı çelik yığını, ışık tasarımı bol projektörlü, sahne her an sis-duman altında.
tabii bütün bunlar, oyunda militarist tarafa dahil olanların ve militarizmden nemalananların (generaller, silah tüccarları, din adamları, medya patronları, fahişeler?,…) estetiğini kuran ögeler.
“ölüleri gömün”ün reji anlayışı bu açıdan, francis ford coppola’nın müthiş savaş eleştirisi destanı, operatik anlamda gösterişli ve abartılı filmi “apocalypse now” (kıyamet) ile örtüşüyor. filmin açılış sekansını hatırlamak yeterliyse de (wagner’in valkürleri eşliğinde helikopterlerden atılan bombalarla yerle bir edilen vietnam peyzajı), wagner çaldıran subayın bozuk halet-i ruhiyesini, başka bir sürüsünün de film boyunca hezayanlar, kabuslar içinde kıvrandığını unutmamak şartıyla.

değil mi ki oyunun adı bile militarist emir kipinde, “ölüleri gömün!”, belki de tuhaflık bende, oyuna hakim olan abartıyı yadırgadığım için. yine de derdimi anlatmak isterim:
“ölüleri gömün”de yadırgadığım; abartılı oyunculuk, gösterişli ışık, ses ve sahne düzeniyle donatılmış oyunun seyirciyi cezbederek, "şov"un öne çıkıp, seyirciye iletilmesi gereken anti militarist, insancıl mesajın törpüleniyor olması.
nereden mi çıkardım bu sonucu: seyircimizin bu gösterişli şovla gaza gelip, dehşetten donup kalması gereken anlarda, tam tersine çoşkuyla alkışlamaya başlamasından!
en güzel örnek haç sahnesi: din adamının söylevi sırasında devasa bir haçın zeminden yükselmesiyle birlikte alkış tutmaya başlayan seyirciler vardı benim seyrettim akşamda.

oyunun bir tek; gömülmeyi red eden altı ölü asker ile kadın akrabalarının karşılıklı konuştukları sahne ışıklandırma, oyunculuk ve mizansen olarak insancıl, dozunda ve etkileyiciydi.

o devasa haç neydi, neye hizmet ediyordu; oyunda, ölüleri gömme anlamında son kertede başarısız olacak din olgusu neden bu kadar gösterişli ve abartılı yorumlanmıştı?
havada konsol duran kürsüye yerleştirilerek kurtarıcı konumuna yükseltilen din adamının söylevi sırasında, gömülmeyi red eden ölüler güya ikna oluyorlar ve sorun çözülmüş gibi oluyor; haç yükseldiği gibi yavaş yavaş zemine geri otururken, ölülerin üzerini kapatarak bu durumu görselleştiriyordu.
ancak bu sahnenin hemen ardından; ölüler tekrar mezar kapaklarını açıp dinin oyununa gelmediklerini, gömülmeyi hala red ettiklerini gösteriyorlarsa da, oyunun en baskın anları -ve maalesef doruk noktası- olan devasa haçın yükselme sahnesinden sonra gelen başkaldırma sahnesi o kadar cılız kaldı ki; ne yeterince inandırıcı oldu ne etkileyici, ne de “anlamlı”.
din olgusunun dünya tarihinde savaşların çıkmasının en önemli nedenlerinden biri olduğu gerçeği es geçilirek, bir de üstelik din kurumuna kurtarıcı rolü biçilmesi büyük bir talihsizlik!

...

behlüldane tor belli ki yetenekli, yaratıcı bir sahne tasarımcısı. geçen sezonun dönen platformlu "şölen"inin ve iki hafta önce seyredip verdiğim zamana acıdığım “üstad harpagona saygı ve destek gecesi”nin sahne tasarımları ona ait.
tor'un, bütünüyle bir yemek masasında geçen "şölen"de, yuvarlak masanın platformunu yavaş hızla döner şekilde tasarlayarak hiç bir oyuncunun sırtını seyirciye dönmemesini sağlayan dahiyane fikrini çok beğenmiştim.
bu sene üstüste izlediğim iki oyundaki tasarımları bana gereksiz yere alengirli ve girift geldi. tor hem "üstad harpagon"da hem de “ölüleri gömün”de sahne zeminini verevine platformlara bölmüş; dik ve açılı çizgilerin geometrisiyle -hakkını yememek lazım- ustaca oynayarak sahne üzerinde oyuncular için farklı yükseklikte ve boyutta alanlar yaratmış. ancak bunlar gerekli mi, oyunda neye hizmet ediyorlar, ne sağlıyorlar; bence tartışmalı!
“ölüleri gömün”ün bu kadar alengirli, çapraz çizgli, abartılı, çelik yığını bir dekora ihtiyacı yok.

...

“ölüleri gömün”ün asıl ihtiyacı olan; gömülmeyi red eden askerlerin yakınlarını oynayan altı kadın oyuncu gibi sesi-vurgusu-duruşu-mimiği düzgün erkek oyuncular.
oyundaki erkek oyuncuların hiçbiri vasatın üzerine çıkamıyor.
hele başlangıçta; ölü gömmekten usanmış askerler ile başlarındaki subayın mezar başındaki sahnelerinde ne oyuncuların seslerini (bağırmaya çalıştıkları halde) doğru düzgün duymak mümkündü (3. sırada oturuyordum), ne de bu rolleri oynayan tiyatrocular söyledikleri repliklerin vurgusundan ve anlamından haberdarmış gibiydiler.

bir tiyatrocunun derdini anlatması için oyunculuğun -ve insanlığın- ezildiği bu kadar şaşalı bir şova ihtiyacı var mı! bence yok.

...

bir-iki laf da oyunun içeriğe, rejinin fikirsel yaklaşımına dair:
"ölüleri gömün"de bir hedef şaşırtması yapılıyor; ya özgün metin öyle, ya da gürzumar'ın yorumu. özgün metin öyleyse, demek ki irwin shaw'un çapı bu kadarmış diye düşünebiliriz, değilse gürzumar'ınki.
nedir bahsettiğim hedef şaşırtması? oyunun, ölü askerlerin faturasını ağırlıklı olarak generallere çıkarıyor olması. gömülmeyi red eden bir askerin monologunda bu durum çok net olarak savunulmakta.
pardon ama; savaşı çıkaranlar generaller mi, ya da onların kaprisleri mi! tarih boyunca dünyanın neresinde ordu/asker yüzünden savaş çıkmış ki! naif olmayalım!
belki oyunun yazıldığı 1936'da durum bu kadar net gözükmüyor olabilir; shaw tüm samimiliğiyle, suçu "özellikle bir tepeyi almaya çalışan generallere" atarak kaleme almış olabilir (neyse ki, silah tüccarları kıyısından gözüküyorlar oyunda), ama aradan geçen bunca zaman, bunca savaştan sonra; vietnam'ı, ırak'ı, afganistan'ı yaşadıktan sonra bu dünya, hala aynı replikler sarf edilebilir mi!
hükümet politikaları, zengin devletlerin ve vatikan'ın stratejileri, din olgusu, çok uluslu şirketlerin çıkarları, silah tüccarları, amerika (pardon, dünya demek istemiştim) ekonomisinin çıkar döngüsü neresinde duruyor savaşların!
2010'da sahnelenen bir oyuna, 1936'dan günümüze neredeyse bir yüz yılın acı deneyimleri neden katılmamış; metin neden zenginleştirilmemiş veya budanmamış! dramaturji?
dünyada tiyatro sanatında 1950'lerden beri yönetmenlerin elinde, bazen onların bazen de oyun yazarının anlatmak istediğine daha iyi hizmet edebilmek adına, tanınmaz hale gelebilen metinler/uyarlamalar yapılabiliyorken, şakir gürzumar ve ekibinin tarih 2010'u gösterirken bu nötr ve yanlış hedefi vurmaya çalışan yorumu tercih etmeleri büyük bir çapsızlık örneği kanımca!

zamanında “uyarca” ile beni derinden etkilemiş şakir gürzumar'ın çalışmaları arasında umarım "ölüleri gömün" istisna olarak kalır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder