17 Aralık 2010 Cuma

"beraber ve solo şarkılar" söyleyelim...



çok yerinde bir tesadüf oldu; geçen hafta devasa, sevimsiz ve ölçeksiz alışveriş merkezlerimizden birinin içindeki sinemadan bozma 300 kişilik salonda izlediğim 35 kişilik kadrolu, gösterişli sahne ve ses sistemli, her anlamda “bağıran” “ölüleri gömün”ün ertesi akşamı; istiklal’e çıkan yokuşlardan birini mesken tutmuş 50-60 kişilik kumbaracı50’de ne banttan müzik ne ses efekti, ne duman ne de yan yana dizilerek havayı aydınlatan sayısız projektörleri olan, sadece üç oyuncusu ve üç sandalyeden oluşan sahnesi olan “beraber ve solo şarkılar”a düştü yolum.

geleneksel tiyatromuzdan feyz alarak oyuncuya ve metne (ve sanırım biraz da doğaçlamaya) dayalı tiyatro yapan tiyatrotem bu en yeni oyunlarıyla, sahne donatılarını iyice azaltmışlar; sadece elzem olanlar kalmış: metin ve oyuncu. biraz da ışık.

“beraber ve solo şarkılar” büyük laflar etmeden, bağırıp çağırmadan ve fazlaca heyecanlanmadan, usul usul açık ediyor derdini. 1970’lerden günümüze istanbul’un eski bir semti üzerinden türkiye’nin sosyal-toplumsal panoramasını çiziyor.
ali rıza beyin kolaylaştırıcılığını yaptığı bir söyleşi dizisinin yeni bölümüne tanıklık ediyoruz seyirciler olarak. iki komşu, ayla hanım ile sevil hanım, uzun yıllar oturdukları semtlerine dair anılarını anlatıp, aralarda da türk sanat müziği şarkıları söylüyorlar.

ali rıza bey; entellektüel yorum yapacağım diye yırtınan, olmadık yerlerden garip çıkarımlarda bulunmaya çalışan, “bilimsel” kelimeler kullanmak için çırpınan, "çok bilmiş" günümüz televizyon programcılarının parodisi gibi bir karakter.
rahat, sıcakkanlı ayla hanım eski zamana, komşuluğa, yerel olana değer verirken; mesafeli sevil hanım ise yeniliğe açık gibi görünmesine rağmen aslında tutucu, uyumsuz, huzursuz bir kişilik.
ayla hanım ile sevil hanım eski günleri anarken, akira kurosawa’nın “raşomon” filmi misali, beraber yaşadıkları olayları bambaşka açılardan anlatıyorlar. bu sayede, anlatılanlar volüm kazanıyor.

tansiyonun yükseldiği bir ara, “soru soran-cevap veren” (avcı-avlanan) dengesi altüst oluyor; hanımlar ali rıza beyi sorgulamaya başlıyorlar.
"eski"yi pazarlamaya çalışan ali rıza bey'in, konuklarının anılarında deşmeye çalıştığı "komşuluk", "birliktelik" kavramlarından bihaber yaşadığı ortaya çıkıyor; ya da belki de haberdar, ama günümüz koşullarında artık o ilişkileri kuracak çevre yok ve ali rıza bey de kaçınılmaz olarak yalnızlaşmış, yabancılaşmış.

ayşe bayramoğlu’nun yazdığı “beraber ve solo şarkılar”da üç usta oyuncu; nihal geyran koldaş, şehsuvar aktaş ve ayşe selen oynuyorlar; sakin sakin, abartmadan, müthiş gözlemlerin ürünü olduğu belli küçük mimik ve jestlerle karakterlerini zenginleştirerek, nüanslı.
nihal geyran koldaş’ın ayşe selen’e bir şey söylemek istediğinde uzanıp omzunu elle şöyle bir dürtesi gibi… ali rıza bey’in hanımlar tarafından sorgulanması sırasında sandalyelerin yön değiştirmesi gibi…

yaklaşık bir saatlik oyun 1970’li ve 80’li yılların siyasi ve toplumsal olaylarını merkez alarak, o yılların mahalle hayatının ve günümüz toplu konut sitelerinin panoramasını çiziyor. dramatik olarak çok bariz, elle tutulur iniş-çıkışları yok.
ben oyunu, sona doğru sevil hanım ile ayla hanım’ın ortak geçmişlerine dair gizli kalmış bir şeyler ortaya çıkar mı acaba diye bekleyerek izledim. biraz, ingmar bergman’ın “güz sonatı” filmindeki gibi uzun zaman görüşmemiş anne-kızın bir günlük beraberlikleri sırasında yavaş yavaş geçmişlerini deşmeleri, saklı kalmış bazı duyguların su yüzüne çıkması gibi...
dramatik ve olay kurgusu olarak oyun sona doğru biraz havada kalmış gibi geldi bana, ve oyunun sonu keşke başlangıç ve gelişme bölümlerinin hakkını verecek seviyede getirilseymiş/geliştirilseymiş diye düşünmeden edemedim.

minör hayalkırıklığıma rağmen; geçmişe dair “küçük” anları, “belli belirsiz” anıştırmaları, “çok fazla üzerine gidilmeden” anlatılmış olayları insancıl ve usul usul hikaye eden “beraber ve solo şarkılar”ı müthiş keyif alarak, bol bol -ve çoğu zaman acı acı- gülerek seyrettim.
birbirinden mükemmel üç tiyatrocunun verdiği oyunculuk dersini kaçırmamak lazım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder