30 Aralık 2010 Perşembe

açık oyun, "atış serbest"


ağustos ayında, yaz sıcağında, istanbul'da bir tiyatro oyunu sahneleniyordu. son akşamında, nasıl olsa bilet bulurum diye kapıya gittim ki, kalmamış. üstüne üstlük, bekleme listesi var, on kişi yazılmış bile. biraz umutsuzca ben de eklendim.
gelen girdi, gelen girdi, bilet bulamayan tiyatrocular tanıdık araya soktu girdi, içerde yerler doldu, yastıklarda bile yer kalmadı. bekleme listesinden üç kişi girdi; geri kalan biz sekiz kişiye üzgün bir "maalesef" çekildi. insan ne yapıp edip o sekiz kişiyi de içeride bir yere sıkıştırırdı; yapmadılar.
oyun: "ateş serbest", salon: garajistanbul.

dört ay geçti, "ateş serbest" yazın bunaltıcı sıcağından kışın kar soğuğuna, nemli garaj'dan ürpertici talimhane'ye transfer oldu. seyretmek de dün akşam bana kısmet oldu. yılın son oyunu olarak.

"ateş serbest"te şiddet teması genel olarak insanın, özel olarak türk insanının davranış kodları ve hareket sözlüğü yoluyla; bilinçaltından, rüyalardan ve serbest çağrışımlardan beslenen durumlar eşliğinde, biraz gerçeküstü, biraz absürd; gevşek bir dokuda arka arkaya getirilen sahnelerle anlatılıyor; rahat, eğlenceli ve doğal bir atmosferde, komediyle sarmalanmış olarak; farklı oyunculuk ve ifade teknikleri kullanılarak; ve zaman zaman seyirciyi de işin içine katarak.

şiddeti sorgulamak için eğlence ve komedi yolunu seçmenin isabetli bir yol olduğu konusunda hala kesin bir görüş oluşturabilmiş değilim; belki, iyi bir örneğine rastlamadığım içindir.
kara mizah kullanarak bile olsa seyirciyi şiddete güldürtmek/gülümsetmek sindirebildiğim bir yaklaşım değil. hele de "bebekten katil yaratan karanlık" bir ortamda yaşarken!
semaverkumpanya'nın son yapımı "titus andronicus"un da derdi şiddeti sorgulamaktı, ama onlar da aynı yolu seçmiş, komedi o kadar ağır basmıştı ki, seyirci bolca gülüyordu ama sahnedeki vahşetin, kıyımın, şiddetin farkında mıydı, emin değilim.

"ateş serbest"te olay örgüsü o kadar gevşek ki, şiddete dair sorgulamaları net olarak okuyamadım. daha çok, oyun karakterlerinin -ve sanki oyun ortaya çıkarılırken (her ne kadar uyarlama da olsa) oyuncuların kişisel- duyguları, geçmişleri ve rüyalarıyla beslendiğini zannettiğim ilişkilere/bağlantılara/çağrışımlara odaklandım.
ayrıca; üç oyuncu, fatih gençkal, zinnure türe ve şafak ersözlü o kadar keyif alarak, eğlenerek ve "iyi" oynuyorlardı ki, onları "seyretmek"ten oyunun içeriğine, derdine ortak olamadım bir türlü. onların "iyi oyunculuğu" beni oyunun metninden uzaklaştırdı.

yılı bu çılgın, serbest, açık uçlu ve keyifli oyunla bitirmiş olmak her ne kadar hoşuma gitmiş olsa da, "şiddetin hangi hali daha komiktir, şakası mı yoksa kendisi mi?" sorusuna benim cevabım: "hiçbiri!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder