16 Ekim 2010 Cumartesi

filmekimi 2010, bilanço


xavier beauvois'nın "insanlar ve tanrılar"ının (des hommes et des dieux) bu dönemde çekilmiş olması, hele hele de cannes’da büyük ödül almış olması büyük tahilsizlik!
bir dine mensup kişilerin başka bir dine mensup kişileri kendi halinde-ılımlı-siyasi-köktendinci ayrımı yapmaksızın aynı kefeye koymayı tercih ettikleri ve yöneticilerin toplumlarına bu görüşü empoze ettikleri, eğitimli orta sınıf hıristiyanların sistemli bir şekilde islam düşmanlarına dönüştürüldüğü ve müslüman olmanın ötekileştirildiği bir dönemde mutlak iyi – mutlak kötü, mutlak masum – mutlak cani şablonları ile derdini anlatmayı seçecek kadar çapsızlıkta bir film avrupa için, fransa için, cannes için büyük talihsizlik.
manastır hayatının sırrına varmak istiyorsanız philip gröning'in “die grosse stille” (büyük sessizlik) adlı filmini tavsiye ederim, “insanlar ve tanrıları” değil!!!

"hırsız" (der raeuber), “avusturyalıların; aşırı refahın getirdiği şımarıklık, zenginlikten ne yaptığını bilememe, şaşırma ve sonunda nedensiz kötülük etmeye kadar varan ruh halleriyle avrupa’nın en psikopat toplumu” olduğuna dair -sekiz yıllık lise deneyimim ardından geliştirdiğim- şahsi teorimi bir kere daha kanıtlayan, ve bu anlamda içime su serpen bir filmdi.
ulrich seidl ve michael haneke filmleri beni çoktandır doğrulamışlardı gerçi, ama olsun, fazla mal göz çıkarmaz. benjamin heisenberg’i de izlenecek yönetmenlerim arasına yazdım.

“otar gittiğinden beridir” ile izlenecek yönetmenler listeme giren genç gürcü kadın yönetmen julie bertuccelli’nin “ağaç”ı (the tree) ise tam bir hayal kırıklığıydı.
charlotte gainsbourg’u aynı yıl içinde ikinci kere ağaç kökleri arasında seyretmenin irkilticiliği bir yana; “ağaç” her şeyiyle özenli, düşünülmüş, tasarlanmış ve pahalı olan ancak bunların hepsinin pek bir naif kaldığı bir filmdi.
hiç yeni bir şey söylemedi; hayata, ölüme, kayıplara veya ağaçlara yeni bir gözle bakmamızı sağlamadı.

yine bir önceki filmiyle takip edilesi yönetmenler listeme giren taylandlı apichatpong weerasethakul'un "amcam önceki hayatlarını hatırlıyor" (lung boonmee raluek chat) adlı filmi beni salondan kaçarcasına çıkan güruha dahil edecek kadar sıkmadıysa da, sonuna kadar kalmama değecek pırıltıya da sahip değildi. bir arkadaşım "belgesel niyetine seyrederek dayanabildim" dedi; filmin verdiği hissiyatı pek güzel tarif etti.

isveçli yazar stieg larsson'un millenium üçlemesinin ikinci halkası "ateşle oynayan kız" (flickan som lekte led elden), maalesef gerek içerdiği entrikanın zayıflığı gerekse de gelişmelerin inandırıcılıktan yoksunluğuyla ilk bölümün çok altında kalan bir etki bıraktı bende.
yine de; sıradışı, sert ama kırılgan mizacı, anatomik olarak çocuk gibi duran haliyle sempati duyduğum lisbeth'in (noomi rapace), sorunlu geçmişindeki önemli bir kişilik ile hesaplaşmasını konu edinen ve yumuşak bakışlı gazeteci mikael blomkvist'i (michael nyqvist) de tekrar hikayeye dahil eden ikinci film sıkılmadan seyrediliyor.

benzersiz juliette binoche'un son harikası "aslı gibidir" (certified copy) ise, en son "zeytinlikler altında"da bıraktığım iranlı usta abbas kiarostami'yle barışmamı sağlayan film oldu.
adam ile kadının hemen filmin başlarında bir arabanın içinde ortaçağdan kalma italyan kasabasının sokaklarında dolaştıkları sahne görüntü tasarımı açısından herhalde sinema antolojilerine geçer: kamera adam ile kadını arabanın ön camının dışından çekiyor, geçilen dar sokakların iki yanındaki binaların görüntüleri ön camın iki yanına vurup iki karakterin görünür olmalarını sağlıyor; ikisinin arasından da arabanın arka camından gözüken geçilen sokakların zemin kotundaki perspektifi seyrediliyor.
bu tek uzun sekans hem sinematografik olarak dahiyane bir fikir, hem de filmin içeriğiyle, yani orijinal-kopya, gerçek-sahte, gerçek-yansıma tartışmasıyla mükemmelen örtüşüyor.

hemen arkasından seyrettiğim, kafa karıştırıcı biçimsel filmlerin yönetmeni christoffer boe'nun "her şey güzel olacak" (alting bliver godt igen) filminin ana temasını da; birbirinin içine giren, bir noktadan sonra neyin orjinal neyin sahte, neyin gerçek neyin kurgu, neyin yaşanılan neyin yaşanıldığı zannedilen/hayal edilen olduğuna dair sınırların belirsizleştiği bir hikaye oluşturuyordu.
ya "gerçek güneş ışığı kadar yakıcıdır", ya da "saplantı insanın gözünü kör eder" dermiş gibi, film boyunca başkarakterin gözüne veya kameranın içine karşıdan direkt ışığın girdiği contre-lumiere çekimler çok iyiydi.

başka bir büyük hayalkırıklığı yaşadığım danis tanovic'in "güzel bir hayat düşlerken"inin (cirkus columbia) ardından neyse ki bu seneki filmekimini, gönül rahatlığı ile beğendiğim bir filmle bitirdim.
oyunculuğunu bildiğimiz mathieu amalric'in şov dünyasının perde arkasına bakan "turne" (tournée) adlı filmi bildik portreler, tanıdık durumlar sunsa da, samimiyeti ve gerçek hayatta da aynı işi yapan burlesk tarzı striptizci kızların enerjisiyle puan topladı.




01. turne (tournée), mathieu amalric, **** (14ekm)
02. aslı gibidir (certified copy), abbas kiarostami, **** (14ekm)
03. hırsız (der raeuber), benjamin heisenberg, ***.5 (11ekm)
04. her şey güzel olacak (alting bliver godt igen), christoffer boe, ***.5 (14ekm)
05. ateşle oynayan kız (flickan som lekte led elden), daniel alfredson, *** (13ekm)
06. insanlar ve tanrılar (des hommes et des dieux), xavier beauvois, *** (11ekm)
07. amcam önceki hayatlarını hatırlıyor (lung boonmee raluek chat), apichatpong weerasethakul, **.5 (12ekm)
08. ağaç (the tree), julie bertuccelli, ** (11ekm)
09. güzel bir hayat düşlerken (cirkus columbia), danis tanovic, * (14ekm)

1 yorum:

  1. festival yönetiminin filmekimi seçkisi genel olarak son derece vasattı/sıradandı. ancak, "aslı gibidir" uzun zamandır seyrettiğim en derinliksiz, en kolaj, en -mış gibi yapan ve kesinlikle kiarostami ile hiçbir bağı olmayan bir film.. açıkcası, çok garip böylesine 'karaktersiz' bir yapım sayesinde yönetmenle barışmanız..

    bu arada, sağlam detayları, oyunculukları bir yana,
    "ağaç" size bir şey söylemese de bazılarımıza birşeyler fısıldadı!

    selamlar

    YanıtlaSil