11 Haziran 2010 Cuma

müzik festivali 38, izlenim 2: sulu bir lang lang yazısı [ama ciddi tarafları da es geçilmesin lütfen!]


bu akşam istanbul'da lang lang'i canlı dinledik/seyrettik; ne mutlu bize!

mutluyuz da, keşke böyle starlar 5-10 yılda bir değil, her yıl her yeni projeleriyle uğrasalar kentimize.
neyse ki bir kaç isim var, gidon kremer, misha maisky, shlomo mintz, joshua bell, vladimir spivakov, neredeyse her yıl istanbul'da dinleme şansına erdiğimiz. ama bu kaliteli kısırdöngü dışına çıkamıyoruz pek.

ne güzel, ününün doruğundayken geldi lang lang; bir daha ne zaman gelir. halbuki avrupa'daki herhangi bir kültür başkentine düzenli olarak her yıl uğruyordur. ama biz bir yıllığına avrupa kültür başkentiyiz, dolayısıyla bize bir kere uğraması yeter de artar bile.

aynı şey dans için de geçerli. bu yıl şanslıyız; pina bausch, paul taylor, sidi larbi cherkaoui, akram khan, emio greco, tokyo balesi, maurice bejart, nacho duato, hollanda dans tiyatrosu gibi önemli topluluk ve koreografların işlerini aynı yıl içinde arka arkaya istanbul'da izleme imkanımız oluyor, olacak.
peki 2011'de ne olacak, kimler gelecek, mekan var mı, getirecek organizatör var mı...

herşeyden önce seyircinin, ilginin olması lazım. seyirci de eğitilerek, alıştırılarak, bilgilendirilerek kazanılır, hatta yaratılır.
3000 kişilik salona lang lang'i, viyana filarmoni'yi getirip de sadece 20 tane öğrenci bileti satarsanız ne gelecek kuşakları hazırlamış olursunuz, ne de eğitmiş. tek yaptığınız, kendi bindiğiniz dalı kesmek olur; 10-15 sene sonra, şimdiden de kötü, iyice konser adabı bilmeyen, anlamayan, hasbelkader oraya yolu düşmüş seyircilere muhtaç kalırsınız.
hoş, şimdi de durum pek farklı değil; schumann senfonide bir aralık bulup alkış patlatmayı, chopin konçertonun hızlı biten 1. bölümünün ardından alkışlamayı ihmal etmedik.

yok ama, hakkımız da yenmesin; salı akşamı "yoroboshi & bahar ayini"nin, çarşamba akşamı "damıtılmış kırmızı"nın sahnelendiği salonlardaki 600'er kişinin çıkardığı hışırtı, öksürük, aksırık, hapşırıkla kıyaslanmayacak kadar terbiyeli bir 3000 kişiydik bu akşam sütlüce'de.
eh, tabii, ne de olsa bir dünya starını izlemeye gelmiştik, nefesimizi tuttuk. hele, chopin konçertonun sessiz ve ağır 2. bölümünün uzun bir kısmında tek bir çıt bile çıkarmadık; o an kendimi cennette hissettim! neyse!

merak ediyorum bu akşam sütlüce'de lang lang konserini kaç konservatuar öğrencisi izle(yebil)di?

neden hiç bir gazeteci, kültür-sanat habercisi bu durumu köşesinde yazmıyor, sorgulamıyor?
sormam abes aslında, nedeni belli; iksv'nin hışmına uğramamak, davetiyelerinden olmamak için!

çıktığından beri severek okuduğum andante dergisinin editörü ve aynı zamanda radikal gazetesinin de yazarı olan serhan bali üç hafta önceki yazısında türkiye'de cdlerin ne kadar pahalı olduğundan yakınmıştı; yurtdışında 20 tl'ye alınabilen anna netrebko cdsi neden türkiye'de 50 tl diye soruyordu.
20'şer adet 2o tl'lik öğrenci biletlerini hariç tutarsak; lang lang'e 80-200, viyana filarmoni'ye 80-300 arası fiyat biçildiği bir ülkede tabii ki netrebko cdsi 50 tl. olur. neden şaşırıyor, kızıyor, isyan ediyor ki! neyse!

lang lang izlenimlerime dönersem:
alışılagelmiş konser programlarında ilk yarı solistli konçertoya ikinci yarı senfonik yapıta ayrılır. bu akşam tam tersi bir yerleştirme yapılmıştı. ya ilk yarıda lang lang'i dinleyen gider ikinci yarıda salon boşalır korkusuyla, ya da gecenin assolisti en son çıkar mantığıyla lang lang sona saklanmış.
ne diyelim; ülkemize bir star gelmiş, tabii ki onu el üstünde, en tepede tutmak lazım.
gürer aykal da lang lang'i el üstünde tutmakla kalmadı; sırtını sıvazladı, elinden çekiştirdi, bis versin diye piyanoya doğru itti; bir tek alnından öpmediği kaldı!

lang lang de sağolsun, seyircilere verdiği selam kadar borusan filarmoni üyelerini de selamladı, onları alkışladı durdu; acaba berlin filarmoni'yle konser verdiği zaman da dönüp orkestra üyelerini bu kadar alkışlıyor mudur, yoksa bir türk orkestrasının tahmin ettiğinden daha iyi eşlik ettiğine şaşırdı da o yüzden mi bol bol orkestraya alkış tuttu. bir muamma!

lang lang salonu da, hiç bir köşesini eksik bırakmayarak selamladı; gerçi o bizleri görmüş olmalı selamladığına göre, ama benim oturduğum yerden, yani balkonun en arka sırasından kendisi tam bir jerry gibi gözüküyordu; lang lang'in piyano/klasik müzik merakı televizyonda seyrettiği tom ve jerry çizgi filmlerinden kaynaklanıyormuş diye okumuştum bir yerde, ne tesadüf.
hoş, lang lang demeseler o olduğunu bilemezdim de; çekik gözlü herhangi bir uzakdoğuluydu benim oturduğum yerden gözüken. neyse!

çıkışta, 3000 kişi dağılacak, etraf kilit olacak öngörüsüyle, hemen mezhabanın karşısındaki "tarihi" uykulukçulardan birine oturduk kuzenimle; kapısında japon fenerleri asılıydı!
ne girişimci milletiz, helal olsun!
tabii, bizim japon feneri dediklerimiz aslında çin fenerleri; bizim dilimize öyle girmiş bu tabir. zaten lang lang de japon değil çinli.

hayatımın ilk lang lang konserinden sonra, kuzenimin ısrar ve cesaretlendirmesiyle hayatımın ilk uykuluğunu da yemiş oldum; bu akşam benim için ilklerin akşamıydı.
mezbahadan bozma kongre salonuna ilk defa girmiş olmamı saymıyorum; o tecrübe bambaşka bir yazının konusu olmalı; zira, hak ediyor!!! [hissiyatım üç ünlemden anlaşılıyordur] neyse!

acaba konser çıkışı lang lang de uykuluk yemiş midir?
yememiş olsa bile uykulukçunun kapısındaki japon fenerlerini görmüş müdür?
görse eminim duygulanır, alkışlamaya başlardı!...

3 yorum:

  1. merhaba sordunuz diye söylüyorum. Ben Mert Egeli, konser günü gişeye gidip bilet varmı diye sordum neyseki varmış, öğrenci bileti almak istedim maalesef kalmamış :((
    Ben kimmiyim Mimar Sinan G S Üniversitesi Devlet Konservatuarı Yarı zamanlı Piano Bölümü son sınıf (6. sınıf) öğrencisiyim. :)) (Bakınız youtube'da adımı aratırsanız bol miktarda kayıtlarıma ulaşabilirsiniz
    sayglar
    Mert

    YanıtlaSil
  2. Gerçekten ciddiye alınması gereken bir yazı bu. Bilhassa öğrenci biletlerinin bu derece az olması çok önemli bir sorun. Bir tam bir öğrenci projesi hem Türkan Saylan’ın hem de Şakir Eczacıbaşı’nın vefatı sebebi ile askıya alınmış olsa bile yeni proje arayışı içinde olduklarını biliyorum ve belki bu yeni proje için bizler de fikirlerimizi bildirmeliyiz. Sadece bir yardım kurulu ile değil de konservatuar öğrencileri ile de bir proje yapılmasına ön ayak olabiliriz. Bir de mutlaka son dakika bileti diye bir bilet türünün olması gerekiyor.

    Ancak hatırlar mısınız bilmem ama biz üniversitede okurken, bilet alma işi çok meşakkatli bir işti. Kuyruğa girmek, form doldurmak, saatlerce telefon başında beklemek, listelerden biletleri bulmak... Epey para ve emek harcıyorduk ancak bunun da kendine göre bir keyfi vardı. Şimdi bu öğrencilerin –siz aslında çok daha yakından tanıyorsunuz ama- fazla rahat düşkünü olduklarını da gözlemliyorum. Birkaç örnek vermek isterim:

    1. Eğer ben bir konser için fazla biletim oldu ise mutlaka İKSV’nin masasına bırakıyorum, çünkü o zaman bir öğrenci gelip bileti ücretsiz alabiliyor. Öğrenciler dilensin demek istemiyorum ama eğer konseri izlemeye hevesli iseler benim gibi davranan bir sürü insan olduğunu bilmeliler. En azından havayı solumak için de olsa bilet alamasalar da konser mekânına gelmeliler. Belki orada seslerini duyurmalılar. Ne yapıyorlar –genelleme yapmamam gerek biliyorum ama- hiç paraları olmamalarına rağmen son model cep telefonları ellerinde, evde oturup dizi izliyorlar.

    2. Eğer konseri izlemeyi gerçekten istiyorlarsa; biletlerin çıktığı sabah erkenden kalkıp gişeye gitmeliler. Eğer bunu da yapıp bilet bulamıyorlarsa; o gün İKSV’ye adlarını bıraksınlar. Eminim o pek sevilmeyen Lale Üyeleri bu kısımla da ilgilenecektir.

    3. Ülkenin genel havası bu gençlere de yansıyor. Herkes sadece Lang Lang’a gitmek istiyor. Lang Lang’ı izlemek güzel de, ücretsiz/makul fiyatlı bir sürü gösteri, konser, etkinliğe hiç rağbet etmiyorlar. Siz de izlediniz. Koskoca Kukla Festivali’ne gençlerin gösterdiği ilgi ne kadardı? Demek istediğim sadece Lang Lang yok. Bu ağlama edebiyatı ile popüler olana gösterilen ilgi birleşince ortaya iyice tatsız bir gençlik portresi çıkıyor.

    Alından öpme doğu kültürünün çok ince davranışlarından biri. Gürel Aykal’da kimliğinin bir parçası olarak nerede ise her konserinde bunu gösteriyor ve ben ona çok yakıştığını düşünüyorum. Bir tür imza… Gürel Aykal’ın coşkusunu gerçekten gösterip Lang Lang’ı alnından öpmemesinin sebebi bu derece büyük bir yıldız olması olsa gerek.

    Yine size sormak istiyorum, bir konser salonunun akustiğini düzgün yapmak çok mu zor? Lang Lang izlemek çok keyifli idi de, akustik çok kötüydü. Yoksa mezbahadan ancak bu mu oluyor?

    Bu arada Uykuluk nedir bilmiyordum, google’dan baktım, eğer tavsiye ettiğiniz bir yemekse bileti ilk çıktığı gün aldığım Ricardo Muti –Viyana Filarmoni Maço Orkestrası- konseri sonrası denemeyi düşünüyorum:)

    YanıtlaSil
  3. merhaba gülda hanım,

    yorumunuzun ilk kısmına daha sonra, dertleşme babında, kapsamlı bir cevap yazacağım.
    daha kolay cevaplanır sorularınıza gelince:

    - evet, bir konser salonunun akustiğini mimari açıdan düzgün yapmak çok zor; ihtisas isteyen, öyle her önüne gelen mimarın yapamayacağı, yapacaksa da ona yardımcı olacak uluslararası çapta akustik uzmanlara ihtiyaç duyacağı bir mesele.
    sütlüce'deki bina ise, adı üstünde olduğu üzere bir "kongre merkezi". yola öyle çıkılmadı ama gelinen nokta bu oldu; ve adındaki "kültür merkezi" ibaresini kaldırdılar. dolayısıyla oradan iyi bir akustik kalite beklemek hayal :(
    o kadar zengin bir ülkeyiz ki, sıra sıra "kongre merkezlerimiz" var ama bir tane kapsamlı konser salonumuz, opera binamız yok!

    - uykuluk, pişirilmesi ve üzerine eklenen baharatlardan dolayı kokoreçe benziyor ancak lezzet olarak kokoreçin suya sabuna dokunmayanı. hayalsiz kabussuz, düz sakin bir uyku gibi :)
    hazır yolunuz sütlüce'ye tekrar düşecek, bahane edip deneyin derim; michelin yıldızlı lokantalarda damak zevkini inceltmiş biri olarak uykuluk hakkındaki fikrinizi merakla bekliyorum...

    YanıtlaSil