4 Mayıs 2010 Salı

jane campion / bright star - parlak yıldız


şiirden anlamıyorum maalesef. bence şiirden anlayabilmek için şiiri okuyabilmek lazım; ritmini, vurgusunu bularak, sözcüklerin içindeki müziği bilerek, hissederek okuyabilmek. ancak o zaman şiiri anlamaya yaklaşır insan gibi geliyor bana.
genco erkal’dan nazım hikmet’i, müşfik kenter’den orhan veli’yi, [işsanat’taki pazartesi akşamlarında] tilbe saran’dan, cüneyt türel’den ahmet muhip dranas, cemal süreyya şiirleri dinleyince şiiri anlamamak, sevmemek mümkün değil.
tabii, bir de zihni çağrışımlara açık, özgür olmak lazım şiiri anlamak, sevmek için.

şiir roman ve hikayeye nazaran az kelimeyle çok ve öz şey anlatan bir ifade türü. serbest bir dili, anlatımı var.
ben romancıyım; uzun, kalın, “tuğla gibi” romanların çok kişili, çok olaylı girift dünyasına dalmayı tercih ediyorum. şiir okumaktan daha kolay roman okumak, kabul! romanda, dünyayı sizin yaratmanız veya tahayyül etmeniz beklenmiyor, yazar her şeyiyle kuruyor zaten ve size altın tepside sunuyor.

kendi dilimin şairlerine ve onların dünyalarına uzakken, bir de, bütün nüanslarına tam anlamıyla vakıf olamayacağım yabancı bir dilin şairi hakkında bir filmden ne kadar zevk alabileceğimi kestiremeden, daha çok, filmden gördüğüm bir fotoğrafın büyüsüyle -ve tabii ki yönetmeninin- hatırına yollandım sinemaya.
şair: john keats, yönetmen: jane campion, fotoğraf: lavanta rengi elbiseli bir kızın lavanta renginde çiçeklerle kaplı bir çimende oturduğu sahne. film: “bright star” (parlak yıldız).

keats’ın adını ilk defa, yıllar öncesindeki bir film festivalinde emek sinemasını dolduran seyircilerle birlikte gözyaşları içinde ayakta alkışladığım bir filmde, “dead poets society” (ölü ozanlar derneği)’nde duymuştum. filmde kullanılan dizeleri haliyle çok etkileyiciydi. keats’i orijinalinden okuyamayacağımdan ve herhangi bir çeviride de anlamları, sözcük oyunları, ruhu eksileceğine inandığımdan hiç keats okumaya yeltenmemiş, filmde duyduklarımla yetinmiştim…

“parlak yıldız”da nermin saatçioğlu’nun enfes çevirisiyle keats dizeleri çok etkileyici. bir de enfes kıyafetler.
film, keats’in sözcüklerden ördüğü şiirler ile keats’e hayran genç kızın ipliklerle diktiği kıyafetleri örtüştürüyor. film, bir şairin sözcükleri kullanması ile bir terzinin kumaşları kullanmasını, cümleler ile pileleri koşut götürüyor. keats o dönem için ne kadar aykırı, farklı, alışılmadık ise, terzi kızın kendisi için diktiği kıyafetler de o dönem için o kadar aykırı, farklı, alışılmadık.

“piano” (piyano) ile yıllar önce gönlümü fetheden, maalesef bir daha o kadar etkileyici bir filme imza atamamış olan jane campion’ı, “parlak yıldız”daki bu dahiyane “örgü” için kutlamak lazım; bu sayede çokça örneğine rastladığımız, 19. yüzyıl ingiliz edebiyatçıları hakkında çevrilen filmlerden bütünüyle ayrılan, farklılaşan bir filme imza atmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder