3 Nisan 2010 Cumartesi

film festivali 29 - izlenim 1: istanbul nostaljisi




istanbul’da geçen iki filmle başladım festivale. biri matematiksel, akılcı, tıkır tıkır işleyen bir casusluk öyküsüydü (“5 fingers” beş parmak, joseph l. mankiewicz) diğeri serbest çağrışımlarla ilerleyen, şiirsel, avant-garde, soyut bir aşk-arayış-kaybediş hikayesi (“l’immortelle” ölümsüz kadın, alain robbe-grillet). ilki 1952’de, ikincisi 63’te çekilmiş. ilkinde son 15-20 dakika istanbul’da geçiyordu, ikincisi bütünüyle istanbul’da; hatta hikayenin başrolünde istanbul vardı.

ilk filmde bir yan karakterin “şu istanbul tam casuslar şehri, kimseyi bulmak mümkün değil, saklanmak için birebir” sözleri ikinci filmde aklıma geldi; karakterler aynı sekans içinde bir görünüp bir kayboldukça…
“ölümsüz kadın”daki gizemli, belirsiz, gerçeküstü, rüya gibi bir hal çok yakışmış istanbul’a. kolay kolay başka bir şehirde çekilemezdi sanki bu film. hele de sevim tuna’nın sesinden şarkılarla…

“istanbul: içeriden ve dışarıdan” bu seneki festivali en heyecanverici bölümlerinden biri; keşke kutluğ ataman’ın “karanlık sular”ı ve reha erdem’in “a ay”ı da olsaydı listede.

ve tam da, yurtdışındaki festivallerde/sinemateklerde dolaştırılacak bir toplam olmuş bu liste. istanbul’un yurtdışında giderek yükselen değerini arttıracak, daha önce şehrimize gelmiş-gelmemiş yabancılarda “istanbul özlemi” yaratabilecek kalitede filmler var.
bizler içinse bu filmler, tanıdık mekanlar çıktıkça salondan fısıldaşmaların geldiği, garip tahayyüller (örneğin 1944’leri ankara’sındaki bir büyükelçilik davetinde fesli bir türk) gördükçe alaycı gülüşmelerin “bu kadar da olmaz” tadında kızgın nidalara karıştığı bir seyirlik oluşturuyor.
çok memnunum, hiçbirini kaçırmaya niyetim yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder