8 Kasım 2009 Pazar

"algıda seçicilik diye bir şeyi hiç duymadınız mı?"


yiğit sertdemir ve altıdansonratiyatro'yu ben çok geç keşfettim: geçen sene. halbuki, onlar bu sene 10. yıllarını kutluyorlar, hem de yeni açtıkları kendi mekanlarında: kumbaracı50.
maalesef daha oraya da adım atmaya fırsatım olmadı; ekim 2009 hayatımda şimdiye kadar yaşadığım en dolu -ve sıkışık- aylardan biriydi; iyi ve kötü manada.

yiğit sertdemir'in "444" ve "öldün, duydun mu?" adlı oyunlarını oyuncular kahvesi'nin olanakları kısıtlı sahnesinde, minimal ancak etkili sahne düzenlemeleri ve başarılı rejiler sayesinde büyük keyif alarak seyretmiştim. geçen sezon "bekleme salonu"nu yakalayamamıştım, sanırım oynamadılar.
"bekleme salonu" bu sezon sürpriz bir şekilde, mayıs'taki genç günler'den transfer edilen oyunlardan (sanırım üç oyun) biri olarak istanbul şehir tiyatroları 09-10 repertuarına dahil oldu.
oyunu dün akşam, ilk defa gittiğim üsküdar kerem yılmazer sahnesi'nde seyrettim.

"bekleme salonu" sürprizli olay örgüsünden ve güçlü -olması gereken- oyunculuklardan kuvvet alan bir metne sahip; ödenekli tiyatro olanakları ile sahnelendiğinde, barındırdığı -ve öne çıkarılması gereken- bu iki temel niteliğinden bir şey kaybetmiş midir, yoksa geniş olanaklarla ele alındığında dekor-ışık-kostüm-müzik gibi yardımcı ögeler, metnin anlatmak istediğinin altını daha kalın çizmeye, vurgulamaya, desteklemeye mi yarar?
şehir tiyatroları yorumunu seyredince, keşke "bekleme salonu"nun, oyuncular kahvesi'ndeki altıdansonratiyatro versiyonunu seyretmiş olsaydım diye hayıflanmadan edemedim.

"bekleme salonu" gerilimli bir oyun; sahnelemek için sanki klostrofobik, dar, sıkışık bir alana ihtiyaç var. bir cep tiyatrosu lazım bu oyun için; örneğin, akm'nin oda tiyatrosu gibi gerek sahne gerekse seyirci salonu açısından boyuna uzayan bir mekana.
üsküdar kerem yılmazer sahnesi (şehir tiyatrolarının bir çok sahnesi gibi), tam tersine, enine genişleyen sahne-seyirci ilişkisine sahip. böyle olunca da; sahne ağzının bütün genişliğini kullanan, bekleme salonunun yan duvarlarının iki yanda giderek açılan perspektifiyle iyice genişleyen "kontrolsüz" mekanda oynanan "oyun içinde oyun"un içerdiği, kişilerin hem kıstırılmış olmalarından hem de zamana ve birbirlerine karşı yarışmalarından doğan gerilim seyirciye geçemiyor; gereken daralma, sıkışma hali yaşanamıyor.
halbuki, oyun broşüründeki ayhan doğan'ın sahne tasarımı eskizinde, belli ki uygulama aşamasında iptal edilmiş, sahne ağzı geniş de olsa mekanın sıkışma/daralma/sınırlı olma fikrini destekleyecek bir öge var: tavan.
açık ofis mekanlarının tavanını kaplayan modüler sistem, bir yandan derinlik perspektifini kuvvetlendirirken diğer yandan aynı modülün biteyive tekrarlanması sayesinde kapana kısılmışlık hissini kuvvetlendirir.
sahne tasarımcısının kağıt üzerindeki bu akıllıca fikrinin uygulamada iptal edilmesine üzüldüm. daha da üzüldüğüm, bekleme salonundaki bazı bitkilerin boyunun dekoru aşıyor olmasına dikkat edilmemiş olmasıydı! metnin barındırdığı ve oyuncuların binbir zorlukla kurmaya çalıştıkları gerilim mekanının üstünden akıp gidiyordu...

bunun yanında; yönetmen tolga yeter'in sahnelemeye dair çok önemli bir artısı var: bekleme salonunun arka yüzeyini şeffaf bırakarak, arkada, ofis katının devamında çalışanları, asansörden inen çıkanları göstermesi.
bu fikir kuşkusuz oyuna ve mekana derinlik kattığı gibi, oyunun aldığı virajlarda önemli rol de üstleniyor: boşalıyor, kalabalıklaşıyor, kararıyor, aydınlanıyor.. hatta asansörün içinin sarı-sıcak ışıkla aydınlatılması cadı-fırın metaforuna bile izin veriyor sanki! [ancak oyunu seyretmiş olanların anlayabileceği, seyretmemiş olanlar içinse ipucu değeri taşımayan, dolayısıyla sürprizi bozmayan bir detay.]

yiğit sertdemir'in oyunları hep ustaca gizlenmiş bir -veya bir çok- sürpriz barındıran, zeki diyaloglarla seyircinin ilgisini diri tutan, süreleri kısa ama -içerikleri, edindikleri dertleri ve oyuncu sayıları ile- öz oyunlar; bence, bir anlamda, "novella" tadındalar.
"bekleme salonu" da benzer bir kurguya sahip, ancak sürprizleri/kırılma noktaları ile, diğer iki oyunki kadar keskin eleştiriler ve hayati sorgulamalar taşımıyor sanki.
yine de; bu sezon gerek istanbul şehir tiyatrosu'nun gerekse devlet tiyatrosu'nun büyük bir atakla sahneye taşımayı planladıkları onlarca yerli yazarın yapıtları umarım en az yiğit sertdemir'in metni kadar zeki, tolga yeter'in rejisi kadar yaratıcı olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder