19 Temmuz 2009 Pazar

"çiçek açmış genç kızların gölgesinde"den:

"Gerçekten ender rastlanır nitelikteki eserleri hemen belleğimize kaydedemeyişimiz gibi, bu eserlerin her birinde de, önce algıladığımız bölümler, o kadar dahiyane olmayanlardır; aynı şeyi Vinteuil'ün sonatında da yaşadım. Öyle ki, Mme Swann sonatın en ünlü cümlesini çaldıktan sonra, eserin bana başka bir şey vaat etmediğini düşünmek, düştüğüm tek yanılgı değildi. Daha da önemlisi, baştan sona dinlediğimde bile, sonat, uzaklık ya da sis yüzünden ancak birkaç solgun çizgisini görebildiğimiz bir anıt gibi, neredeyse bir bütün olarak görünmezliğini korudu benim için. İşte bu yüzden, bu tür eserlerin ve zaman içinde gerçekleşen her şeyin anlaşılması, beraberinde bir hüzün getirir. Vinteuil'ün sonatında en gizli olan şey benim için artık görünür olduğunda, en başta seçtiğim, tercih ettiğim şey, duyarlılığımın etki alanı dışındaki alışkanlık tarafından sürüklenerek benden kaçmaya başlamıştı bile. Bu sonatın bana verdiklerini ancak ayrı ayrı zamanlarda sevebildiğim için, hiçbir zaman tamamını ele geçiremedim; hayata benziyordu bu sonat. Ne var ki, hayat kadar aldatıcı olmayan bu büyük şaheseler, bize önce en iyi taraflarını vermekle işe başlamazlar.Vinteuil'ün sonatında, en önce keşfedilen güzellikler, aynı zamanda en çabuk bıkılanlardır; kuşkusuz aynı sebepten ötürü: daha önce bildiklerimizden en az farklı olanlar bunlar oldukları için. Ancak, bu güzellikler uzaklaştıktan sonra, dimağımıza karışıklıktan başka bir şey sunamayacak kadar yeni olan üslubunun bizim için anlaşılmaz kıldığı, el değmemişliğini koruduğu bir cümle kalır seveceğimiz; o zaman, her gün farkına varmadan önünden geçtiğimiz, bekleyen, sırf güzelliğinin gücüyle görünmez olup bilinmezliğini korumuş olan cümle, sen son gelir bize. Ama en son terk edeceğimiz de odur. Üstelik ona olan sevgimiz, diğerlerinden uzun sürecektir; çünkü onu sevmemiz daha fazla zamanımızı almıştır."

...

"İnsan bir kişiden hoşlanabilir. Ama aşkı hazırlayan o hüznün, o telafi edilmezlik duygusunun, o iç daralmalarının ortaya dökülmesi için, bir imkanszlık ihtimali gereklidir (belki de bu yüzden, tutkunun kaygıyla kucaklamaya çalıştığı hedef, bir kişiden ziyade, aşkın kendisidir)."

...

"Aldığım zevki doğal olarak biraz daha sonra, otele dönüp yalnız kaldığımda, tekrar kendim olduğumda tattım. Zevk de fotoğraf gibidir. Sevdiğimiz insanın yanında alınan, negatif bir klişedir sadece; bunu daha sonra, evimize döndüğümüzde, insanlarla görüştüğümüz sürece kapısı kapalı olan içimizdeki karanlık odaya girebildiğimizde banyo ederiz."

...

"Herşeyden önce, hislerimi sevdiğim kişiye itiraf etmek, bildirmek, bana aşkın temel ve gerekli sahnelerinden biri gibi gelmiyordu artık; ayrıca aşkı da dışsal bir gerçeklik değil, sadece öznel bir haz gibi görüyordum."

...

"Varoluş sorununu çözmenin birçok yolundan biri de, bize uzaktan güzel ve esrarengiz görünmüş olan kişilere yaklaşıp hiçbir sırları, hiçbir güzellikleri olmadığını anlamaktır; sağlığı korumanın seçilebilecek çeşitli yollarından biri budur; pek tavsiye edilen bir yol olmayabilir ama yine de hayatımızı sürdürmemizi ve -en iyisine ulaştığımızda ve en iyisinin pek matah olmadığına bizi ikna etmek suretiyle, hiçbir özlem duymamamıza imkan tanıdığından- ölüme boyun eğmemizi sağlayan bir dinginlik verir bize."

...

"Françoise'ın ışık sızmasın diye her gece perdeleri iğnelemesine, yatak örtüleri, kırmızı kretondan masa örtüsünü, şuradan buradan bulduğu kumaşları eklemesine rağmen, perdeler bir türlü tam olarak kavuşmaz, tam bir karanlık olmazdı; halının üzerine adeta lal rengi anemon yaprakları saçılmış gibi görünürdü; çıplak ayaklarımla aralarına basmaktan kendimi alamazdım....
...Saat oniki olur, nihayet Françoise gelirdi. Ve aylar boyunca, hep fırtınaların dövdüğü, sisler arasında kaybolmuş bir yer olarak hayal ettiğim için görmeyi çok istediğim Balbec'te, güneş o kadar parlak ve sabitti ki, Françoise pencereyi açmaya geldiğinde daima aynı görüntüyü bulacağımı bilmiş ve yanılmamıştım; dış duvarın köşesinde katlanan, aynı güneşten satıh; bu sathın hiç değişmeyen rengi, yazın bir işareti olmanın heyecanından çok, cansız ve suni bir minenin donukluğunu taşırdı. Françoise tepe camlarındaki iğneleri çıkarır, kumaşları çözer, perdeleri çekerken, gözer önüne serdiği yaz günü, bin yıllık, görkemli bir mumya kadar ölü ve eski görünürdü; yaşlı hizmetçimiz sanki bu mumyanın sargılarını özenle açar, altın yaldızlı elbisesi içinde korunmuş olarak, ortaya çıkarırdı."


marcel proust
(yapı kredi yayınları, çeviren: roza hakmen)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder