13 Nisan 2009 Pazartesi

film festivali 28 - izlenimler 7: ebeveynler, çocuklar ve ölüm

konularını okumadan film seçtiğim için, aynı haftasonu içinde seyrettiğim filmlerde bu kadar örtüşen içeriklere denk geldiğimde, bu durumu dünya sinemasına dair bir genellemeye dönüştürme dürtüsü harekete geçiriyor içimde: eli-yüzü-düzgün film çeken yönetmenlerin son yıllardaki tüm derdi sanki aile kurumu.
tabii, "aile" öyle bir konu ki, uçsuz bucaksız deniz gibi, bitmez tükenmez. ancak yine de, son iki günde seyrettiğim üç filmde o kadar çok benzerlik vardı ki, bu bana hollywood'da farklı stüdyoların aynı konudan yapılmış filmleri aynı sezonda vizyona çıkartmaları gibi gelmedi değil! dünyanın farklı yerlerindeki sinemacılar aynı konuya o kadar benzer yollardan yaklaşmışlar ki, hayret verici!


1- ailelerin yapısı: üç çocuklu, ikisi erkek biri kız, çoçuklar orta yaşlı, bazıları evli ve çocuklu, bazısı bekar.
2-filmin merkezinde, her bireyinin ayrı bir yerde yaşadığı aile üyelerinin bir vesile ile (ölüm, doğumgünü...) büyüklerin evinde biraraya gelme sahnesinin olması.
3- batılı filmlerde çocuklardan birinin mutlaka uzakdoğu'da (tercihen tokyo'da) yaşıyor/çalışıyor olması.
4- istisnasız, baba figürleri çocukları ile sorunlu olması; baba'nın gençliğinde kendi işi ve dünyasında yaşamış ve çocuklarıyla ilgilenmemiş olması.
5- olayların, aile içi hesaplaşmalarının ve ilişkilerin mutlaka bir ölüm etrafında gelişmesi; bu ölüm ya film zamanından önce olmuş, ya da film sırasında gerçekleşiyor, ya da hem önce hem sonra. filmlerden birinde iki ölüm birden gerçekleşiyor.

bu çıkarımları yaptığım filmler dörrie'nin "kiraz çiçekleri", hirokazu kore-eda'nın "aruitemo, aruitemo" (bitmeyen yürüyüş)'ü ve olivier assayas'nın "l'heure d'été" (yaz saati)'ydi. ayrıca kiyoshi kurosawa'nın "tokyo sonata" (tokyo sonatı) filmini de rahatlıkla bu genellemelere dahil edebilirim. [festivalin ilk günlerinde seyrettiğim "yuva", "ziyaretçi", "kadının fendi" ve "mamut" da tam yukardaki şablona uymasalarda aileyi deşen filmlerdi. festival 2-3 yıl önce "aile kutsaldır" diye bir bölüm hazırlamıştı, bu sene neredeyse bütün festival kutsal ailelerle dolu.]



tesadüf bu ya, haftasonu filmlerimin ağırlıklı coğrafyası da japonya'ydı.
bu japonese haftasonunda filmler bahanesiyle japon insanına, japon sokağına, japon evine, japon bahçesine, japon yemeklerine dair içerden, detaylı ve yalın bilgi edinme imkanım oldu.
iki japon filmi arasında seyretiğim "yaz saati", tam da fatih özgüven'in fransız uyarısını hak eden "buldumcuk"luğa sahipti. japon hikayelerinin doğallığı, teklifsizliği, gündelikliği arasında bir fransız burjuva ailesinin dertleri pek bir yavan, mesafeli ve fazlaca hesaplı geldi.

ilginç olansa; gerek kore-eda'nın gerekse assayas'ın kendi anne-babalarını kaybetmelerinden dolayı bu filmleri çekmiş olmalarıydı.
aslında belki bu kadar genellemeye de gerek yok, hayat sadece tesadüflerle örülü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder